Yetmiş kadar şehit vardı! Gazilerle birlikte Uhud’dan dönen şefkat peygamberine şehit yakınları şöyle haykırıyordu: “Ya Resûlallâh! Seni sağ salim gördük ya, artık bütün üzüntüler önemli değildir bize!” Merhamet peygamberi ise şöyle müjdeliyordu onları: “Ne mutlu size, şehitleriniz hep birlikte cennete yükseldiler! Üstelik yakınlarına da şefaat ettiler.” Şehit anneleri: “Biz razıyız ya Resûlallâh! Bu müjdeden sonra artık şehitlerimize ağlamayacağız! Lakin geride kalanlar için dua buyur!” deyince, Allah Resûlü (s.a.s) şöyle dua etti: “Allah’ım! Şehit ailelerinin kalplerindeki üzüntüleri gider! Acılarını hafiflet ve dayanma gücü ver! Musibetlerinden dolayı onları mükâfatlandır! Şehit yakınlarını, şehitlere layık güzel halefler eyle!”
Dün olduğu gibi, bugün de ezanlarımız susmasın, namusumuz çiğnenmesin, iman kardeşliğimiz bozulmasın diye canlarını cennet karşılığında veren şehitlerimiz ve en değerli uzuvlarını cennet karşılığında değişen gazilerimiz vardır. İşte özgürlüğümüzün simgesi olan bayrağımızı bayrak yapan da, üzerinde yaşadığımız toprakları vatan yapan da, aziz şehit ve gazilerimizin feda ettikleri kanlardır.
Yüce Allah, şehitlik mertebesini, kendi evi Kâbe’ye ve aziz misafirlerine hizmet etmekten bile yüce sayar; Resûlü de şehidin sevabının, durup dinlenmeden nâfile namaz kılmaktan ve aralıksız oruç tutmaktan daha değerli olduğunu bildirir.
Yüce Allah, kendi yolunda şehit olanların canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın alır. Allah’ın satın aldığı canlara ‘öldü’ denir mi hiç? Diridirler onlar ve Rableri tarafından bol bol rızıklandırılırlar ve kul hakları dışındaki bütün günahları affedilir onların, Peygamberler ve çocukken ölenlerle birlikte sorgusuz-sualsiz cennete girerler.
İnsan çalışarak pek çok rütbe ve unvanlar elde edebilir. Ama şehitlik ve gazilik öyle mi? Şehitlik ve gazilik, hiçbir mertebe ile mukayese dahi edilemez, üstelik herkese de nasip olmaz. Bu yüzden dinimizin bekası, vatanımızın müdafaası, milletimizin huzur ve güvenliği için canlarını ve kanlarını feda eden şehitlerimize ve gazilerimize vefa borcumuz vardır hepimizin.
Rütbelerin en yücesidir şehitlik. Rabbimiz de şöyle buyurur şehit kulu hakkında: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Onlar diridirler ve Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak, Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar.”
Şehit, Rasûlullah Efendimiz (s.a.s)’in şu iltifatına mazhar olmuştur: “Hiç kimse cennete girdikten sonra-bütün dünya kendisine verilecek olsa bile-tekrar dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehitler hariç. Onlar gördükleri izzet ve ikram nedeniyle dünyaya dönüp, on defa şehit olmayı arzu ederler.”
Gazi ise şehadeti göze almış ve şehitlikten sonraki en yüksek mertebeye, gazilik şerefine ulaşmıştır. Yüce Mevla onun için de tükenmez mükâfatlar hazırlamıştır. Rahmet Peygamberi Efendimizin şu ifadesi gazilerimiz için ne güzel bir müjdedir: “Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı cân-ı gönülden isterse, yatağında ölse dahî Allah onu şehitler derecesine yükseltir.”
Adını Sevgili Peygamberimizin övülmüş isminden alan Mehmetçik, polisimiz ve bütün güvenlik güçlerimiz, cennet vatanımızın bütünlüğünü muhafaza etmeyi dinî ve millî bir görev kabul etmişlerdir. Onlar, kendilerini hem dünya, hem de ahiret erleri görerek vatanın bekâsı için canlarını ortaya koymakta bir an bile tereddüt etmeyen yiğitlerdir.
Şairimizin;
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
dizelerinde ifade ettiği gibi, inandığı değerleri canı pahasına savunan korkusuz yiğitler var olduğu sürece, bu cennet vatana düşman asla girmeyecektir. Ay-yıldızlı bayrağımız inmeyecek, minarelerden yankılanan ezan sesleri dinmeyecektir. Şehitlerimizi ve bütün gazilerimizi minnet ve şükranla anıyorum. Özellikle 15 Temmuz hain darbe girişiminde burada canlarını feda eden şehitlerimizin kabirlerinin nur, makamlarının cennet, derecelerinin âli olmasını, gazilerimizin sağlık ve huzur içinde olmalarını Cenâb-ı Allah’tan niyaz ediyorum.